15 Haziran 2014 Pazar

AÇIKLAMA
Haziran 2013 "Gezi" Ayaklanması süreci sonrasında blog yönetiminde ortaya çıkan "teknik" sorunlar nedeniyle bir yıldır yayınımıza ara vermek zorunda kaldık.

Tam bir yıl sonra yayınlarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Yeniden merhaba!

 YAYIN KURULU

31 Mayıs 2012 Perşembe

GENÇ SOSYALİST YAYIN KURULU'NDAN






KOMSOMOL ÖRGÜTLENMESİ
NEDEN BİR İHTİYAÇTIR?

19 Mayıs 2012’de bir çok merkezde yüzbinlerce genç kitlesel anti-emperyalist gösteriler gerçekleştirdi. Bu gösteriler öncesinde, Nisan 2012 sonunda, İstanbul’da Halkevleri şenliği’nde ve Grup Yorum’un “Bağımsız Türkiye” konserinde yoğun ve heyecanlı gençlik katılımı dikkat çekmişti. 1 Mayıs 2012’de özellikle İstanbul’da gençliğin kitlesel ve coşkulu varlığının etkisi hissediliyordu.

AKP hükümetinin yeni rejim yönelişinin bir parçası olarak cumhuriyet rejiminin ulusal bayramlarını yasaklamaya ve kısıtlamaya yönelik adımlar atmasının, Malatya Kürecik’te Meclis kararı olmadan  ve anayasaya aykırı olarak ABD askerlerinin üslendirildiği bir radar tesisi kurmasının, ve nihayet bir yandan gençliği yabancı emperyalist çıkarlar uğrunda savaşa sürecek  diğer yandan işsizlik-geleceksizlik-gerici eğitim kıskacında hapsedecek politikalar izlemesinin ardından gelen bu tepkiler önemlidir.

Gelişen eylemler ve toplumda kol gezen ruh hali, Türkiye’de işçi sınıfının, kentli ve köylü halk yığınlarının, özellikle de gençliğin, işçi ve öğrenci gençliğin önderlik arayışını bütün gücüyle hissettiriyor. Bu arayışın mevcut özel mülkiyet ilişkileri tarihine yaslanan  ve sınıflı toplumun egemen ideolojisinin damgasını taşıyan en önemli belirtilerinden biri, farklı siyasal öbeklerde ortaya çıkan önderlere yakıştırılan sıfatlardır. Demirel’e “Baba”, Dursun Karataş’a “Dayı”, Abdullah Öcalan’a “Apo” (ape, yani amca), Atatürk’e “Ulu Önder”, Alpaslan Türkeş’e “Başbuğ” sıfatlarını yakıştıran toplum ve topluluklar, pre-modern (prekapitalist) kültürel ilişkilerden devraldığı aile, aşiret, boy, soy bağlarına yaslanan ve gölgesine sığınılacak önderler peşindedir.

Bunların sağdaki örnekleri bizi şaşırtmaz. Ancak sol ve devrimci örgütlerdeki örnekler üzerinde durmak gerek. Sol ve devrimci örgütlerde kendi gücüne yaslanmayı, bağımsız ve kendi ayakları üzerinde durabilen gelişkin bir komünist kişilik geliştirmeyi ıskalayan, bu hedeflerin gerisinde kalan, hedeflerle olan mesafesini geleneksel özel mülkiyet ilişkilerinden devralınmış kavram ve toplumsal ilişkiler temelinde kurmayı gözeten eğilimlerin ağırlığı düşündürücüdür. Burjuva veya devrimci akımlara mensup siyasal çevre ve örgütlenmelerde ya da sendika ve derneklerde “abi”, “abla”, “başkan”, “reis” örnekleri kol gezmektedir. Sivil toplum içindeki (işyerlerindeki) “şef”, “patron” örnekleri de unutulmamalı.

İşçi sınıfı sosyalizminin halk kitleleri ve gençlik içindeki öncülük ve önderlik arayışına nasıl yanıt vereceği üzerinde düşünmek gerekiyor. Sözlüğümüze girmiş ve ideolojik bağımsızlığımızı lekelemiş kavramlardan ve ilişkilerden süratle arınmamız gerekiyor. İşçi sınıfı sosyalizminde şeflerin, başkanların, yüce önderlerin, babaların, dayıların, ağabeylerin, ablaların, amcaların, reislerin yeri yoktur. İşçi sınıfı sosyalizminde, komünist bilinçli genç işçinin kendisine düşen görevleri emanet edeceği, kendisine düşen yükümlülükleri devredeceği önderler yoktur. Komünist bilinçli genç işçi, kendisi yerine düşünen, karar alan, yönetenlere karşı başkaldırıyla işe başlamak zorundadır. Bu sorumluluklarını başkasına devredemez. Komünist bilinçli genç işçi, hiçbir önder tarafından ikame edilemez. Bu yüzden işçi sınıfı partilerinde ve sosyalist gençlik örgütlerinde “Başkan” olmaz, “şef” veya “önder” sıfatları bir tür soyluluk kalıntısı gibi taşınmaz. Sosyalist iktidar mekanizmalarında “rütbeler”, “ünvanlar” bu nedenle arkaik kabul edilir. 1789 Fransız Devrimi, 1917 Ekim Devrimi, 1908-1923 Türk Cumhuriyet Devrimi örneklerinin de gösterdiği gibi, bütün ilerici devrimci toplumsal atılımlar, demokratik içeriklerinin derinliği oranında, şeflik ve önderlik ünvanlarını reddederek işe başlar. Devrimci atılımların barutunun tükendiğinin ilk belirtileri de, bu arkaik toplumsal ilişkilerin ve ünvanların yeniden tesis edilmesidir.

İşçi sınıfı sosyalizminde esas olan kolektif örgütlülük ilişkileridir, örgüt üyeleri arasındaki ilişkilerde eşitlik ve demokrasinin egemen olmasıdır. İşçi sınıfı sosyalizminin Leninist Parti öğretisinde, temel ilke yoldaşlıktır, önderlik ayrı bir rütbe ve unvan gibi çağrışım yaptığı ve böyle anlaşıldığı ölçüde yanlış, öncülük ya da eşitler arasında önde gitmek olarak anlaşıldığı ölçüde doğru bir kavramdır, yoldaşlar arasındaki eşitlik esastır. Öncülük, eşit hak ve sorumluluklara sahip yoldaşların, mücadelenin herhangi bir anında kendi aralarında veya kendileriyle halk kitleleri arasında oluşması kaçınılmaz eşitsiz gelişmenin aşılmasının devrimci Leninist çözümü olarak anlaşılmalıdır.  Bu çözüm işçi sınıfının kolektif üretme, çalışma ve yaşama ilişkilerinden türetilmiştir. İşçi sınıfının toplumsal ilişkilerinde geçerli kolektivizmin temelinde eşitlik, kardeşlik, dayanışma yatar. Usta acemiye öğretir, sağlam olan hastaya yardım eder, bilen bilmeyene yol gösterir, güçlü olan zayıfa destek olur. Bu ilişkilerin hiç biri, işçi sınıfı içinde ustalara, sağlamlara, bilenlere, güçlülere üstünlük ve rütbe sağlamak için kurulmaz, eşitler arasındaki eşitsizliklerle mücadelenin bir yöntemidir. Bu nedenle Komünist Parti, öncülüğün, ustalığın, sağlamlığın, bilincin, gücün taşıyıcısıdır. Aynı nedenlerle Komünist Parti işçi sınıfı içindeki eşitsiz ve geri toplumsal ilişkilerle mücadelenin ve başetmenin, arkaik ilişkilere teslim olmamanın aracıdır. Yine aynı nedenlerle, öncülük kendiliğinden harekete özgü geriliklere ve eşitsizliklere müdahale arayışının ifadesidir. Sosyalist gençlik hareketinin işçi sınıfı partisinin öncülüğünü benimsemesi ve izlemesi, işçi sınıfı partisinin öncülüğün, ustalığın, sağlamlığın, bilincin ve gücün temsilcisi olmasıyla ilişkilidir.

Leninist parti anlayışının deformasyonu iki cephede gerçekleşiyor. Birincisi, devrimci atılım enerjisi tükenen, devrimci barutunu yitiren iktidardaki veya muhalefetteki Komünist ve İşçi Partilerinden kaynaklanıyor. İkincisi burjuva toplumunda yerleşik ve egemen toplumsal ilişkilerden ve buna teslim olmayı ideoloji mertebesinde yeniden üreten kendiliğinden hareketin takipçilerinden ve savunucularından kaynaklanıyor. İlk grup, işçi sınıfı sosyalizminde her türlü reformizmin, revizyonizmin Leninist parti anlayışını bozması, içini boşaltması biçiminde örnekleniyor. İkinci grup, anarşist, devrimci-demokrat eğilimlerde Leninist öncülüğü dışarıdan reddetme ve öncülük aleyhtarlığı biçiminde gözlenebiliyor. Leninist Parti anlayışına içerden karşı çıkanların da kaçınılmaz olarak en sonunda bu durağa vardıkları ve Leninist öncülüğe aleyhtarlığı benimsedikleri görülüyor. Her iki gruptakiler de burjuva toplumunda yerleşik ve egemen eşitsizlik ilişkilerine teslimiyetin savunuculuğunu üstleniyor. Ortak yanları, Leninist öncülüğü reddetme, gereklerini yerine getirmeme, deforme edilmiş Parti ve Örgüt anlayışlarını Leninist Öncü yerine ikame etme eğilimidir. Bunu reddeden genç sosyalistler ise Leninist öncülüğü benimseme, işçi sınıfı partisinden öğrenme, partinin yolunu izleme ilkesinden hareket eder; gerektiğinde partinin eksik ve zaaflarını ikame etmek, hatta partiyi ikame etmek ve yeniden kurmak bile bu tavrın bir parçasıdır. 



21 Kasım 2011 Pazartesi

TARİH VE BUGÜN

“GENÇLİĞE HİTABE”: NASIL BAKMALI?

Türkiye’de devrimci gençlik hareketinin tarihinde anti-emperyalist başkaldırının esin kaynaklarından biri 1908-1923 yıllarında gelişen ulusal hareketlerdir. Anadolu ve Trakya halklarının emperyalizme karşı başkaldırısına katılan yurtsever güçler (Kemalistler, Komünistler, Kürt Ulusal Demokratik Hareketi, İslamcılar)  tarafından yürütülen ve ilk muzaffer sosyalist devletin askeri, mali ve politik desteğinden de güç alan İstiklal Savaşı ile elde edilen askeri politik zaferin, eğrisiyle doğrusuyla Kemalist akımın öncülüğünde 1923 Cumhuriyet Devrimine kaynaklık ettiği biliniyor. Kemalist akımın yerel ticaret burjuvazisine, eşrafa, büyük toprak sahiplerine ve Osmanlı’dan artakalan devlet bürokrasisinin kalıntılarına dayandığı ölçüde, giriştiği tarihsel hareketin kendi kendisini inkar etmesinin ve nihayette yenilgisinin tarihsel ön koşullarını da kendi elleriyle yarattığı, kurulan 1923 Cumhuriyet Rejimi’nin emperyalizme-gericiliğe teslimiyete gebe olduğu son yüzyılın pratik deneyimleriyle doğrulandı.

Devrimci gençlik hareketimizin işçi sınıfının genç kuşaklarına dayanan sosyalist bir hareket niteliği kazanmasına mayalık eden 1950’lerin ve 1960’ların anti-emperyalist kitlesel mücadele yıllarından bugüne savunduğu ve ilerici-yurtsever mirasının bir parçası olarak benimsediği politik ilkeler, “bağımsızlık, barış ve ilerleme” idealleri etrafında tanımlanmıştı. 1923 Cumhuriyet Devrimi’nin “tamamlanmamış ve eksik bırakılmış” görevlerinin tamamlanmasına ve tarihsel açıdan daha da ileriye taşınmasına yönelik görev ve bilinci genç kuşaklara emanet eden en veciz politik metinlerden birinin bizzat 1923 Cumhuriyet rejiminin kurulmasına önderlik eden Mustafa Kemal’in ağzından 1927 yılında Meclis Kürsüsü’nden dile getirilmiş olması bu bakımdan dikkat çekicidir ve tarihsel açıdan üzerinde durulmaya değer olduğu vurgulanmalıdır. Devrimci Gençlik Hareketi içindeki anti-emperyalist dinamiklerin meşruiyet kaynağı olarak kabul ettiği, hala değer verdiği ve sahiplendiği ünlü Gençliğe Hitabe metni, biri güncel diğeri tarihsel iki ayrı düzlemde kavranmalıdır. 1927 yılında, Cumhuriyet rejiminin iktidarda tutunması, siyasal egemenliğinin pekiştirilmesi, ilerici dönüşümlerle halka maledilmesi açısından gerekli görevleri yürürlükteki toplumsal ilişkilere emanet edemeyeceğini gördüğü anlaşılan Mustafa Kemal önderliğindeki iktidar zümresi, bu görevi genç kuşaklara işaret etmek gibi cüretli ve uzak görüşlü olduğu anlaşılan bir yolu tercih ettiğini belli etmiştir. Kemalist önderliğin dönemin güncel siyasal görevlerine ilişkin tercih ve doğrultularına işaret eden Gençliğe Hitabe’nin 1927’deki güncel okuması budur. Ancak daha önemli olan, bu metnin tarihsel düzlemde okunmasıdır. İstiklal Savaşı’na ve Cumhuriyet Devrimi’nin ilk on yıllarına bizzat tanıklık etmemiş gençlik kuşaklarının 1950’lerde ve 1960’larda “ABD emperyalizmine bağımlı, 1923 Cumhuriyet rejiminin ilerici doğrultusundan yüz çevirmiş ve pupa yelken geriye doğru dümen kırmış ülke gerçekliği” ile yüzyüze geldiği koşullarda, politik ve toplumsal arayış, ilk elden 1927 tarihli bu metni güçlü bir politik referans ve meşruiyet zemini olarak karşısında bulmuştur.  Gençliğe Hitabe, okunduğu ve duyurulduğu yıllarda ve on yıllarda değil, 30 hatta 70 yıl sonra bugün güncel anlamını ve toplumsal karşılığını bulmuş olmaktadır.

Mustafa Kemal’in 1927 tarihli Gençliğe Hitabe metni, sadece Kemalist gençler açısından önemli ve değerli sayılmamalıdır. Tarihsel açıdan önemli kavşaklarda Kemalist akımla yolu zaman zaman çatışmalı biçimlerde de olsa buluşmuş sosyalist hareketimizin genç kuşaklarının, Kürt yurtsever gençliğinin, İslam dinini emperyalizme boyun eğmek biçiminde değil başkaldırmak biçiminde algılayan genç Müslüman’ların politik aktivizmi açısından da bu ünlü metnin tarihsel bir okumayla sahip çıkılması gereken epey zengin ve değerli bir kapsamı olduğu bilinmelidir. Hatta bugünkü dünya ahvalinde, Kaddafi’nin vasiyet konuşmasına kulak kabartan Arap halklarının, emperyalist işgal ve tehdit altında ezilen ve sömürgeleştirilen bütün dünya halklarının, bu metinden öğrenecekleri vardır.

Bu metinden çıkarılacak birinci ders, gençliğe güvenmenin geleceği kazanmanın biricik yolu olduğudur. Bugünkü kuşaklar çürümüş, boyun eğmiş ve teslim olmuş bile olsa, gelecek kazanılabilir. Geleceği ise gençlikten başkası temsil edemez. Sosyalist gençlik hareketimiz açısından da bu böyledir. Çürümüş ve yozlaşarak çökmüş İkinci Enternasyonal’in yıkıntıları üzerinde inşa edilen bugünkü Komünist ve İşçi Hareketi geleneğinin içinde yer alan pek çok parti, sosyalist gençlik örgütlenmeleri tarafından kurulmuştur. Hareketimizin ebesi sosyalist gençliğin siyasal eylemi ve örgütlenmesidir. Geçmişte böyle olmuştur, gelecekte de böyle olacaktır.

Bu metnin öğrettiği ikinci ders, emperyalist düşmanların temsil ettiği güç ne kadar büyük ve yenilmez, işbirlikçileri ne kadar fazla sayıda ve kudretli görünseler de, yoksul halk ne denli yorgun ve kendi başının çaresine bakmak zorunda olsa da, bağımsızlık ve cumhuriyet için başkaldırmanın haklılığı kaçınılmaz bir görevdir.

“Damarlardaki asil kanda mevcut” olduğunu öne sürdüğü soyut kudret arayışı, Gençliğe Hitabe metninin en zayıf bölümüdür. Bu zayıflık, herhalde 1908-1923 Devrimi’nin tarihsel toplumsal gelişme düzeyiyle ve o yıllardaki Türkiye toplumunun çelişkilerinin yansımasıyla ilgili kabul edilmelidir. Genç sosyalistler bugün büyük bir özgüvenle, aradıkları kudretin genç işçilerin, emekçi köylülerin, öğrencilerin kollarında olduğunu biliyor. Kendi ellerindeki kuvveti birleştiriyor, geleceğimizi alınteriyle göz nuruyla çalışan milyonlarca gence emanet ediyor. 

Ey Türk Gençliği!


Birinci vazifen Türk İstiklalini Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur.Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün istiklal ve cumhuriyetini müdafaa mecburiyetine düşersen vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı!

İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Mustafa Kemal ATATÜRK Ankara, 20 Ekim 1927